1 Nisan 2010 Perşembe

Feyyaz Uçar


Aslında niyetim bu köşeye konuk edilen herkesi mercek altına almayıp biraz daha rahat davranmaktı. Ancak Taraf gazetesinin bu köşeyi bir süre yayınlamaması üzerine açıkçası biraz gözüm korktu. Şimdi, “aman yine yayınlamazlarsa ve ben daha önce verilen cevapları da kaçırırsam” diye panikliyorum. Üstüne üstlük bu köşe Taraf gazetesinin internet sitesinde de yayınlanmıyor. Bu yüzden, elle tutulur bir yorum yapamasam da, en azından verilen cevapları arşivlemiş olurum diye düşündüm. Neyse ki Feyyaz Uçar'ın verdiği cevaplar sadece arşivlemenin ötesinde de anlamlar taşıyor. Zaten Metin-Ali-Feyyaz üçlüsünün katıldığı bir Ntvspor programında da dikkatimi çekmişti Feyyaz. Gazetelerdeki futbol yazarlarını epeydir okumuyorum, bu yüzden Feyyaz'ın köşe yazarlığı hakkında bir yorum yapamayacağım. Ama onun 20 soruya verdiği cevaplar üzerinden, hem futbolcu psikolojisi hem de Feyyaz hakkında düşünebiliriz.



1.En sevdiğiniz kelime?

Günaydın

2.Nefret ettiğiniz kelime?

Bekle

3. Ne sizi heyecanlandırır?

Biz

4.Heyecanınızı ne öldürür?

Onlar

5. En sevdiğiniz ses nedir?

Müzik

6. Nefret ettiğiniz ses?

Tadilat

7. Hangi mesleği yapmak istemezsiniz?

Memuriyet

8. Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz?

Uçmak

9. Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?

Kimse

10. Nerede yaşamak isterdiniz?

Ülkemde

11. En önemli kusurunuz nedir?

Geç yatmak

12. Size en fazla keyif veren kötü huyunuz hangisi?

Sabah uykusu

13. Kahramanınız kim?

Atatürk

14. En çok kullandığınız küfür?

Ortaya karışık

15. Şu anki ruh haliniz nasıl?

Anlatılmaz yaşanır

16. Hayat felsefenizi hangi slogan özetler?

Savaşmadan kazanmak en iyisidir

17. Mutluluk rüyanız nedir?

Teknede uyanmak

18. Sizce mutsuzluğun tanımı?

Uzak kalmak

19. Nasıl ölmek isterdiniz?

Uykuda

20. Öldüğünüzde cennete giderseniz tanrı’nın kapıda size ne söylemesini istersiniz?

Günaydın



Feyyaz Uçar'ın biz ve onlar karşıtlığı üzerinden heyecanlanıp heyecanını kaybetmesi, herhalde futbolun galibiyet ve mağlubiyet üzerinden anlam kazanan bir oyun olmasından dolayı olsa gerek. Belki de futbol bir oyun olmanın ötesinde toplumsal bir olgu olarak zihniyetlere öylesine nüfuz ediyordur ki, hayat da artık o siyah-beyaz karşıtlığı etrafında anlam kazanıyordur. Bu zihniyeti Feyyaz Uçar'ın Beşiktaşlı olmasına yoracak değilim. Ama en azından, Türkiye'de futbolcuların geniş bir ufka sahip olamadıklarını söyleyebiliriz. (Dünyadan bunun tersi bir örnek için bkz: http://bianet.org/bianet/spor/80777-lillian-thuram-miles-davis-solosu )


Feyyaz Uçar heyecanla ilgili düşüncelerini biz-onlar ikiliğine sıkıştırmamış olsaydı, onun “savaşmadan kazanmak en iyisidir” düsturunu bambaşka bir şekilde yorumlayabilirdim. Dünyayla çatışmacı olmayan bir ilişkinin arzulandığı Budizm'den girip; herkesin kendine dair faydayı, ancak başkasının da faydasına dokunabilecek şekilde elde edebildiği Spinozacı bir evren anlayışına kadar gidebilirdim. Ama burada herhalde savaşmanın beyhudeliğinden ziyade, kazanmanın önemi vurgulanıyor gibi. Böyle bile olsa, savaşmayı yeren bir cevabı önemsiyorum. Kazanmak için vurup kırıp parçalamanın, hatta öldürmenin meşru olduğu, rakiplerin düşman gibi görüldüğü bir ortamda savaşmadan kazanmayı savunmak bile önemlidir.

Feyyaz Uçar'da, yine bence futbolculuğun belli bir algılayış biçimine sıkışıp kalmasından kaynaklanan bir tür popülizm de gözlemliyorum. Kahramanının Atatürk, yaşamak istediği yerin ülkesi, en sevdiği sesin müzik (!) olması ve kendinden başka hiç kimse olmak istememesi bize Feyyaz Uçar'a dair genelden fazla bir şey anlatmıyor. Bunun yanında “teknesinde uyanmayı düşleyen”, “ortaya karışık küfürler eden”, “memurluk yapmak istemeyen” Feyyaz, bana daha samimi geliyor.

Bu bloğu ilk açtığımda söylediğim bir şey vardı. Bir söz birisinden çıkıp topluma yayıldığında, artık o söz, o kişinin sözü olarak kalamaz, kişiselliğini kaybeder. O artık tıpkı bir jest, kurumsal bir yapılanma, farklı türde dağılıp çözülen farklı olma biçimleri gibi, adına genel olarak sözce diyebileceğimiz bir söylem parçası haline gelir. Aslında olmayan bir kurumun adı olan toplum, üstüne kaydedilen bu sözcelerle kendini her defasında başka türlü üretir. Topluma dair bir inceleme, bu yığılmanın bir şekilde gözlenmesi olabilir. Futbolda da süregiden bir holiganizm, şiddeti adeta meşrulaştıran bir kurumsal yapılanma ve adeta toplumdaki farklı olgulara ayna tutan bir kamplaşma söz konusu. İşte diyorum ki, bu yapı ile onun altındaki herhangi bir unsur, mesela futbolcuların maç sonrası televizyonlara çıkıp kendilerini hep aynı şekilde ifade etmeleri, arasında derin ilişkiler mevcuttur. Diyorum ki, konuşan konuştuğunda aslında konuşan o değildir. Anlatılmaz yaşanır!
Paylaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder